Türkiye’de Goril Var mı? Toplumsal Gerçeklikler Üzerinden Bir Sorgulama
Bir sosyolog olarak, bazen en basit soruların en derin toplumsal anlamları taşıdığını gözlemlerim. “Türkiye’de goril var mı?” sorusu da bunlardan biridir. İlk bakışta biyolojik bir merak gibi görünse de, aslında bu soru bize toplumun doğayı, farklılığı ve hatta güç ilişkilerini nasıl algıladığını gösterir. Bu yazıda “goril” kavramını yalnızca bir hayvan türü olarak değil, aynı zamanda toplumsal sembol olarak ele alacağız. Çünkü her toplum, doğadaki canlılara bakarken aslında kendi değerler sistemine bakar.
Türkiye’de Goril Yok Ama…: Ekolojik Gerçeklikten Toplumsal Yoruma
Biyolojik olarak yanıt nettir: Türkiye’de doğal yaşam alanı içinde goriller bulunmaz. Goriller, Orta Afrika’nın tropik ormanlarında yaşayan primatlardır. Ancak bu basit bilgi, konunun sosyolojik yönünü perdelememelidir. Çünkü “Türkiye’de goril yok” cümlesi, bazen “bizde farklı olan yok”, “bizde vahşi olan olmaz” gibi kültürel bir temizlik söylemine dönüşebilir.
Bu noktada toplumun doğaya ve farklı olana yaklaşımı, kendi kimliğini koruma refleksiyle iç içe geçer. Goril burada sadece bir tür değil; “öteki”nin simgesidir. Toplum, doğaya nasıl yaklaşıyorsa, bireylere de öyle yaklaşır: sınıflandırır, uzak tutar ya da kontrol altına alır.
Doğanın Toplumsallaşması: İnsan Merkezli Bir Dünya
Türkiye’de doğa, çoğu zaman insan merkezli bir anlayışla ele alınır. Ormanlar, hayvanlar, hatta göller bile “kullanım değeri” üzerinden değerlendirilir. Gorillerin yokluğu bu açıdan simgeseldir: Yalnızca coğrafi bir yokluk değil, doğayla empati kuramayan bir kültürel mesafeyi temsil eder.
Toplumsal normlar, doğayı denetim altına almayı bir başarı olarak kodlar. Erkeklik kültürü, bu noktada özellikle belirleyicidir. Erkek, doğayı fetheden, düzen kuran, “vahşi olanı” kontrol eden kişi olarak tanımlanır. Kadın ise doğanın döngüsüne daha yakın, ilişkisel bağlar kuran, “koruyan” olarak konumlanır. Bu ikilik, yalnızca toplumsal cinsiyet rollerini değil, insan-doğa ilişkisini de biçimlendirir.
Erkeklerin Yapısal İşlevi: Gücün Toplumsallaşması
Erkeklik, birçok kültürde yapısal bir işlev taşır. Toplum, erkekten düzen kurmasını, sınır çizmesini, korumasını bekler. Bu rol, doğaya bakışta da kendini gösterir. Erkek, doğayı “yönetilecek bir sistem” olarak görür. Tıpkı ekonomik veya siyasal düzeni kurarken olduğu gibi, doğayı da işlevsel bir alan haline getirmek ister.
Bu yaklaşım, şehirleşme politikalarında, çevre tahribatında, hatta hayvanat bahçesi kültüründe bile gözlemlenebilir. Birçok şehirde hayvanlar, “görülmesi gereken egzotik varlıklar” olarak sergilenir. Goriller, bu sistem içinde güç, tehlike ve merakın birleştiği bir simgeye dönüşür. Bu, erkekliğin kendi varlığını “gücü temsil etme” üzerinden tanımlamasına paraleldir.
Kadınların İlişkisel Bağları: Doğayla Empati Üzerine
Kadınlık rolleri ise genellikle ilişkisel bağlar üzerinden inşa edilir. Kadın, toplumsal olarak duygusal, empatik, bağ kuran bir varlık olarak görülür. Bu yüzden kadınların doğaya, hayvanlara ya da çevreye daha duyarlı oldukları yönündeki algı, sadece bireysel eğilim değil, kültürel bir öğrenme biçimidir.
Gorillerin doğadaki yaşamına bakıldığında, dişilerin yavrularıyla güçlü ilişkiler kurduğu, grup içi dayanışmanın önemli olduğu görülür. Bu yönüyle goril toplulukları, aslında kadınların kültürel olarak temsil ettiği “ilişki temelli yaşam biçimi”ne şaşırtıcı derecede yakındır. Toplumda kadının doğayla özdeşleştirilmesi, hem bir güç hem de bir sınırlandırma kaynağıdır: “Koruyan” kadın, “kontrol eden” erkekle dengelenir. Bu denge bozulduğunda ise, toplumsal yapı doğanın dengesizliğini yansıtır.
Kültürel Pratikler ve Doğayla Uzaklaşma
Türkiye’de doğa, giderek daha fazla sembolik bir arka plana dönüşüyor. Doğal yaşam, şehir mitolojilerinde “kaçılması gereken”, “zor koşulların simgesi” olarak yer alıyor. Goril gibi vahşi hayvanların yokluğu, aslında bu doğadan uzaklaşma sürecinin bir göstergesi.
Modern yaşam, bireyleri betonlaşmış bir düzene hapsederken, doğayı uzakta ve egzotik bir gerçeklik haline getiriyor. Televizyonlarda goril belgeselleri izleyen bir toplum, kendi çevresindeki kediye, köpeğe, kuşa bile yabancılaşabiliyor. Bu da doğa ile insan arasındaki sosyolojik kopukluğun en görünür halidir.
Sonuç: Gorillerin Yokluğu, Doğanın Sessizliği
Türkiye’de goril yok; ama belki de daha önemlisi, doğayla diyalog kurma biçimimiz eksik. Gorillerin yokluğu, yalnızca ekolojik değil, toplumsal bir göstergedir: Güç, empati ve doğa arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmemiz gerektiğini hatırlatır.
Belki de asıl soru “Türkiye’de goril var mı?” değil, “Bizde doğayla bağ kurma kültürü var mı?” olmalı.
Peki, sen kendi doğa algında neredesin?
Doğayı kontrol edilecek bir sistem olarak mı, yoksa ilişki kurulacak bir canlı bütünlük olarak mı görüyorsun?
Belki de gorilleri değil, kendi içimizdeki doğayı keşfetme zamanıdır.